4 Temmuz 2012 Çarşamba
16 Nisan 2012 Pazartesi
Cover me!
TriggerFinger ile ilgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler için, grubun resmi internet sitesi şöyle:
http://www.triggerfinger.net/
Bu arada babalar, çok güzel başka coverlar da yapmışlar. "Man Down"u bir de bu haliyle dinleyin:
my valentine...
14 Şubat'ı geçeli çok oldu, yaz da kapımızda hani...
Klişeler bir yana, Paul McCartney'nin yeni şarkısı "My Valentine"ı yakında çokça duyabilirsiniz. Yönetmenliğini kendisinin yaptığı, Johnny Depp ve Natalie Portman'ın oynadığı klibi de yayında. Buyrun:
Klişeler bir yana, Paul McCartney'nin yeni şarkısı "My Valentine"ı yakında çokça duyabilirsiniz. Yönetmenliğini kendisinin yaptığı, Johnny Depp ve Natalie Portman'ın oynadığı klibi de yayında. Buyrun:
6 Nisan 2012 Cuma
5 Nisan 2012 Perşembe
Radikal'in yalancısıyız!
Radikal'in haberine göre Leonard Cohen, yeni albümü "Old Ideas"ın tanıtım turnesi kapsamında, 19 Eylül'de İstanbul'a gelecekmiş.
Haberin detayları şu şekilde:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1083950&CategoryID=82
Bilet fiyatlarının uçuk olmaması dileğiyle diyelim...
15 Şubat 2012 Çarşamba
Rüya ile diyaloglar
Benim bir arkadaşım var. Onun da dünyalar tatlısı bir kızı var. Adı Rüya. Kendisi henüz 2,5 yaşında. Tam bir adam olacak çocuk. Zehir gibi derler ya, o türden işte.
Annesi Nihan arada, Rüya ile yaşadıklarını bir sosyal paylaşım sitesinde anlatıyor. Ben de bu anıları okumaya bayılıyorum. Bir çocuğun hayatınıza girmesiyle, bildiğiniz tüm doğruların ayağının kayması, bir çocuğun varlığının gündelik hayatınızı, her gün yeni şeyler öğrendiğiniz bir deneyime dönüştürmesinin en güzel örneği bence bu anılar. Bu sebepten sizlerle de paylaşmak istedim. Güne güzel başlayamadıysanız bile, bu yazıdan sonra tebessümle devam edebilirsiniz belki kaldığınız yerden.
Nihan'ın Rüya ile diyaloglarını kendi anlatımıyla aktarıyorum:
"Almanca konuşan iki küçük kardeşin ne dediklerini anlayamayan Rüya, önce onları bir süre can kulağıyla dinledi. Sonra onlara şöyle dedi; onşingohloflangunlaşugh. Çocuklar onun yanından korkuyla ve koşarak uzaklaştılar. Omuzları düşen ve kaçmalarına anlam veremeyen Rüya çok üzgün bir halde yanıma geldi ve ellerini iki yana açarak;
Rüya: Anne arkadaşlar gittiler.
Ben: Neden gittiler be kızçem? Sen onlara ne dedin ki?
Rüya: Benim adım Rüya, oynayalım mı dedim.
Ben: Hmm ama ben başka bişey duydum sanki.
Rüya: Ama onlar flangunhargh diyolardı ben de onun için onşingohflan dedim.
Ben: Yani ne demek bu.
Rüya: Anne oynayalım mı demek işte ya.. Niye gittiler anne. Ne güzel oynayacaktık.
Ben başka bir dil konusunu nasıl öğretebilirim diye düşünürken biraz zaman geçti.
Rüya: Oynamadılar benimle. Çok üzüldüm anne ya. Neden gittiler anne.
Ben: Rüyacım, peki sence onlar neden gfhgrfwer dediler. Yani sen onların ne konuştuklarını anladın mı?
Rüya: Hmmm bilmiyorum. Anne niye gittiler?
Ben: Çünkü senin ne söylediğini anlamadılar. Bu yüzden de birazcık korkmuş olabilirler.. Biz seninle böyle konuşuyoruz ama o çocuklar anneleriyle başka şekilde konuşuyorlar. İşte bunlar dillerdir.
Sonra benim cevabım onları geri getirmeye yetmediği için anlattığımdan sıkıldı ve gitti. Hala niye onunla oynamadıklarını düşünüp içleniyordu. Zaten anlattıklarımdan da birşey anlamadı. Ben de dünyanın bir çocuğun kavraması için ne kadar büyük ve karmaşık olduğunu düşündüm. Ona uygun bir cevap bulamamış olmama üzüldüm. Tabii anlamadığı bir dilin karşısında ne diyor bunlar ya diye homurdanan pek çok gerzek büyüğe karşılık Rüya, sesleri taklit etmeye çalışmış, onun başka bir dil olduğunu içgüdüsel olarak kavrayıp, o çocuklarla empati kurmuştu. Çocuk sahibi olmak yine çok güzel ve çok zor olmuştu o gün de."
"Ben: Rüya, senin dayın nerde?
Rüya: Engilterre'de.
Ben: Orda dayın başka bir dil konuşuyor. Mesela merhaba demek için hello diyor. Anladın mı?
Rüya: Hello.
Ben: Aferim.
Rüya: Hello.
Ben: Tamam anladın aferim.
Rüya: Hello.
Ben: Dayına skayptan böyle dersin olur mu?
Rüya: Hello.
Ben: Rüya bozuldun mu? Bi kere diyeceksin helloyu. Nasılsın demek nasıl oluyor biliyor musun?
Rüya: Hello mu?
Ben: Yok hayır. Hav ar yu, diyeceksin.
Rüya: Hav ar yu.
Ben: Aferin bitanem. Şimdi dayın sana böyle derse sen de diyeceksin ki fayn tenks end yu.
Rüya: Ayntemis pent.
Ben: Ne?
Rüya: Ayntemis pent.
Ben: Ayntemis pent ne? Fayn tenks diyeceksin.
Rüya: Tamam dayıma diyeceğim işte anne, ayntemis pent.
Ben: Peki öyle dersin. Tamam. Yani biz merhaba diyoruz mesela ama başka yerlerde İngiltere'de mesela hello deniyor, böyle çok çok söyleme şekilleri var. İşte bunlar dildir. Anladın mı?
Rüya: Hıhı. Hello."
"Rüya: Annecim lüffen saçlarını toplama. Saçların hep böyle uzun uzun kalsın. Hiç toka olmasın.
Ben: Ama Rüya çok önüme geliyorlar. Toplasam olmaz mı kızçem?
Rüya: Hayııır anne lüffen, annem böyle uzun uzun olsun. Saçlı olsun. Sen çok güzelsin annecim. O kadar çok güzelsin, o kadar çok güzelsin ki ben sana aşığım. Canım aşığım sana. Saçların da çok güzel. Ama en çok sen güzelsin.
Ve ben ağladım. Ona sarılıp sarılıp ağladım."
"Rüya: Anne bugün nolucak şimdi? Napıcaz?
Ben: Tatlicem bugün bayram iste, söylemiştim ya.
Rüya: Ama nasıl? Ne yaşıcaz bugün?
Ben: Bayramlıklarını giyeceksin sonra ninene gidicez.
Rüya: Sonra?
Ben: Sonra işte bayramın kutlu olsun ninecim dersin. Büyük dayınla yengeni de öp.
Rüya: Peki ama başka ne yapıcaz yani?
Ben: Şeker yersin, baklava yersin.
Rüya: Sonra?
Ben: Sonra öyle oturucaz işte ninende. Başka misafirler de gelir.
Rüya: Yani bayram bu mu?
Ben: Bu..
Ve omuz silkip gitti."
"Rüya: Anne ben artık çok değiştim.
Ben: :)))) Nasıl değiştin?
Rüya: Değiştim işte. Herkes değişir. Sen de değiş.
Ben: Ne yapayım peki? Neyimi değiştireyim?
Rüya: Bilmiyorum valla. Büyü, boyun uzasın falan işte.
Ben: Peki.."
Annesi Nihan arada, Rüya ile yaşadıklarını bir sosyal paylaşım sitesinde anlatıyor. Ben de bu anıları okumaya bayılıyorum. Bir çocuğun hayatınıza girmesiyle, bildiğiniz tüm doğruların ayağının kayması, bir çocuğun varlığının gündelik hayatınızı, her gün yeni şeyler öğrendiğiniz bir deneyime dönüştürmesinin en güzel örneği bence bu anılar. Bu sebepten sizlerle de paylaşmak istedim. Güne güzel başlayamadıysanız bile, bu yazıdan sonra tebessümle devam edebilirsiniz belki kaldığınız yerden.
Nihan'ın Rüya ile diyaloglarını kendi anlatımıyla aktarıyorum:
"Almanca konuşan iki küçük kardeşin ne dediklerini anlayamayan Rüya, önce onları bir süre can kulağıyla dinledi. Sonra onlara şöyle dedi; onşingohloflangunlaşugh. Çocuklar onun yanından korkuyla ve koşarak uzaklaştılar. Omuzları düşen ve kaçmalarına anlam veremeyen Rüya çok üzgün bir halde yanıma geldi ve ellerini iki yana açarak;
Rüya: Anne arkadaşlar gittiler.
Ben: Neden gittiler be kızçem? Sen onlara ne dedin ki?
Rüya: Benim adım Rüya, oynayalım mı dedim.
Ben: Hmm ama ben başka bişey duydum sanki.
Rüya: Ama onlar flangunhargh diyolardı ben de onun için onşingohflan dedim.
Ben: Yani ne demek bu.
Rüya: Anne oynayalım mı demek işte ya.. Niye gittiler anne. Ne güzel oynayacaktık.
Ben başka bir dil konusunu nasıl öğretebilirim diye düşünürken biraz zaman geçti.
Rüya: Oynamadılar benimle. Çok üzüldüm anne ya. Neden gittiler anne.
Ben: Rüyacım, peki sence onlar neden gfhgrfwer dediler. Yani sen onların ne konuştuklarını anladın mı?
Rüya: Hmmm bilmiyorum. Anne niye gittiler?
Ben: Çünkü senin ne söylediğini anlamadılar. Bu yüzden de birazcık korkmuş olabilirler.. Biz seninle böyle konuşuyoruz ama o çocuklar anneleriyle başka şekilde konuşuyorlar. İşte bunlar dillerdir.
Sonra benim cevabım onları geri getirmeye yetmediği için anlattığımdan sıkıldı ve gitti. Hala niye onunla oynamadıklarını düşünüp içleniyordu. Zaten anlattıklarımdan da birşey anlamadı. Ben de dünyanın bir çocuğun kavraması için ne kadar büyük ve karmaşık olduğunu düşündüm. Ona uygun bir cevap bulamamış olmama üzüldüm. Tabii anlamadığı bir dilin karşısında ne diyor bunlar ya diye homurdanan pek çok gerzek büyüğe karşılık Rüya, sesleri taklit etmeye çalışmış, onun başka bir dil olduğunu içgüdüsel olarak kavrayıp, o çocuklarla empati kurmuştu. Çocuk sahibi olmak yine çok güzel ve çok zor olmuştu o gün de."
"Ben: Rüya, senin dayın nerde?
Rüya: Engilterre'de.
Ben: Orda dayın başka bir dil konuşuyor. Mesela merhaba demek için hello diyor. Anladın mı?
Rüya: Hello.
Ben: Aferim.
Rüya: Hello.
Ben: Tamam anladın aferim.
Rüya: Hello.
Ben: Dayına skayptan böyle dersin olur mu?
Rüya: Hello.
Ben: Rüya bozuldun mu? Bi kere diyeceksin helloyu. Nasılsın demek nasıl oluyor biliyor musun?
Rüya: Hello mu?
Ben: Yok hayır. Hav ar yu, diyeceksin.
Rüya: Hav ar yu.
Ben: Aferin bitanem. Şimdi dayın sana böyle derse sen de diyeceksin ki fayn tenks end yu.
Rüya: Ayntemis pent.
Ben: Ne?
Rüya: Ayntemis pent.
Ben: Ayntemis pent ne? Fayn tenks diyeceksin.
Rüya: Tamam dayıma diyeceğim işte anne, ayntemis pent.
Ben: Peki öyle dersin. Tamam. Yani biz merhaba diyoruz mesela ama başka yerlerde İngiltere'de mesela hello deniyor, böyle çok çok söyleme şekilleri var. İşte bunlar dildir. Anladın mı?
Rüya: Hıhı. Hello."
"Rüya: Annecim lüffen saçlarını toplama. Saçların hep böyle uzun uzun kalsın. Hiç toka olmasın.
Ben: Ama Rüya çok önüme geliyorlar. Toplasam olmaz mı kızçem?
Rüya: Hayııır anne lüffen, annem böyle uzun uzun olsun. Saçlı olsun. Sen çok güzelsin annecim. O kadar çok güzelsin, o kadar çok güzelsin ki ben sana aşığım. Canım aşığım sana. Saçların da çok güzel. Ama en çok sen güzelsin.
Ve ben ağladım. Ona sarılıp sarılıp ağladım."
"Rüya: Anne bugün nolucak şimdi? Napıcaz?
Ben: Tatlicem bugün bayram iste, söylemiştim ya.
Rüya: Ama nasıl? Ne yaşıcaz bugün?
Ben: Bayramlıklarını giyeceksin sonra ninene gidicez.
Rüya: Sonra?
Ben: Sonra işte bayramın kutlu olsun ninecim dersin. Büyük dayınla yengeni de öp.
Rüya: Peki ama başka ne yapıcaz yani?
Ben: Şeker yersin, baklava yersin.

Ben: Sonra öyle oturucaz işte ninende. Başka misafirler de gelir.
Rüya: Yani bayram bu mu?
Ben: Bu..
Ve omuz silkip gitti."
"Rüya: Anne ben artık çok değiştim.
Ben: :)))) Nasıl değiştin?
Rüya: Değiştim işte. Herkes değişir. Sen de değiş.
Ben: Ne yapayım peki? Neyimi değiştireyim?
Rüya: Bilmiyorum valla. Büyü, boyun uzasın falan işte.
Ben: Peki.."
14 Şubat 2012 Salı
bugün benim doğum günüm
Bugün bir çok güzel dileğin hedefindeki insan bendim. Öncelikle doğum günümü kutlayan herkese çok teşekkür ederim. Sizin de her şey gönlünüzce olsun. Cildiniz hep bebek poposu kıvamında kalsın, kirli çamaşırlarınız birikmişken deterjanınız hiç bitmesin, banyo yaparken köpüklü köpüklü, sularınız bir anda gitmesin, gürültü yaptığınızda komşularınız dan dan sopayla duvarlara vurmasın, kediniz çok sevdiğiniz koltuklarınızı tırmalamasın, ağlarken sarılabileceğiniz biri olsun yanınızda, bakkalınıza hayırlı işler dediğinizde o da teşekkür etsin öküz gibi davranmasın, bankamatikte 5 kişilik kalabalığı bekledikten sonra sıra size geldiğinde para çekme ünitesi bozulmuş olmasın, sağlığınız bozulmasın, kehe kehe öksürmeyin, uykularınız kabuslarla bölünmesin, anneniz, babanız, kardeşiniz size küsmesin, en olmadık zamanda dişinizin arasına yemek parçaları kaçmasın, en kalabalık caddelerde ayağınız kaymasın, düşmeyin, mazallah totonuz acımasın, sınavlarınız iyi geçsin, patronunuz sizi sevsin, çekilen tüm fotoğraflarda çok yakışıklı, çok güzel çıkın, farmville uygulaması feysbukunuzdan uzak olsun, maaşınızı aldığınız gün kiraydı faturaydı derken bir anda suyunu çekmesin ve hayat sizi iyi insanlarla karşılaştırsın ki yaşadıklarınız ve bu dilekler daha anlamlı olsun.
*Birthday Wishes by Suzanne Kreiter
12 Şubat 2012 Pazar
Ah benim şuursuz ünlülerim
Geçtiğimiz günerde meme kontrolüne gidip mamografi çektiren Hülya Avşar, “On beş dakika eviriyorlar, çeviriyorlar, uzatıyorlar. Yüzlerinde sıfır ifade. Bu kontroller on beş gün de bir olsa, memeler dizlere iner, topla toplayabilirsen” diye yazarak yılın gafına imza atmıştı. Peki ya şimdi n'apmış? Meme kanseri konulu bir panele moderatör olmuş. Show Haber de bunu yayınladı. Yaptığın gafı temizlemeye çalışmak değildir de nedir bu? Peki ya bunun haber niteliğinde görülüp, sevgili kanalı Show Tvde yayınlanması? Özellikle medyada, körler sağırlar birbirini ağırlar tabi.
10 Şubat 2012 Cuma
biri hikaye mi dedi?
Murat Ercan'ın "Uzun Hikaye" albümü yakında piyasaya çıkıyor. Güzel müziğin kokusunu aldın mı paylaş ilkesinden yola çıkarak ben de bu albümün, tadımlık niteliğindeki videosunu sizlerle paylaşmak isterim.
Murat Ercan, The Redundants ve Karatahta gruplarının bir parçasıyken, biz Yeditepe Üniversitesi gençliği, bahar festivallerinde güzel müzik dinlemenin mutluluğuna erişirdik. Kendisini vokal yaparken pek hatırlayamıyorum o zamanlar, o sebepten olacak ki, albüme adını veren Uzun Hikaye şarkısını ilk dinlediğimde şaşkınlığım ve takdirim bir kat daha arttı. Buna albümün güzel fotoğrafları da eklenince, değmeyin keyfime...
Unutmamak lazım; Türk müziğinde de çok güzel şeyler oluyor. Bu albümün de bunu kanıtlayacağına eminim.
Murat Ercan kimdir diyenler için:
"18 Mart 1974 İstanbul doğumlu Murat ERCAN 1989'da okul orkestrasında bas gitar çalarak başladığı müzik yaşantısına Virüs (1990), Blue Blues Band (1992), İstanbul Blues Kumpanyası (1994), The End (1995) ve arkadaşlarıyla kurduğu pek çok grupta bas gitar çalarak ve vokal yaparak devam etti. 1998‘de İ. Ü. İngiliz Dili & Edebiyatı'ndan mezun olup aile mesleği öğretmenliği seçti. 12 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı. Öğretmenliğinin ilk yıllarında Blue Blues Band’le çalmaya devam etti. Murat yeni kariyeri olan öğretmenlikte yol alırken daha önce sahne paylaştığı arkadaşları Duman (Batuhan Mutlugil), Kurban (Umut Gökçen, Burak Gürpınar, Kerem Tüzün), Mor ve Ötesi (Burak Güven), Yavuz Çetin, Aylin Aslım projelerinde yer aldılar.
2002 yılında, çalıştığı üniversitenin hazırlık okulundaki İngilizce öğretmenleriyle birlikte Karatahta grubunu kurdu. Grup okul festivallerinde ve amatör yarışmalarda çaldı.
Murat ERCAN son beş yıldır kendi besteleriyle daha ciddi bir şekilde ilgilenmeye başladı. Öğretmenlikten ayrılarak, taslaklarını kendi ev stüdyosunda kaydettiği şarkılarını, Aylin Aslım’ın ilk albümünde de birlikte çalışmış olan Erce Kaşlıoğlu ve Ümit Kuzer’in direktörlüğünde, müzisyen arkadaşlarının büyük yardım ve emeğiyle stüdyoya taşıdı. Kayıtlar, miksaj ve mastering; İTÜ MİAM, Noiseist, Virüs Production ve Babajim İstanbul Studios & Mastering stüdyolarında yapıldı. Murat ERCAN prova ve kayıtlar sırasında elektro gitar, akustik gitar ve bas gitar çaldı, şarkılarının tüm solo ve geri vokallerini yaptı. Bütün şarkıların söz ve besteleri Murat ERCAN’a aittir." (*murat ercan'ın facebook sayfasından alıntıdır).
http://muratercan.net/
Bu da albüme adını veren şarkı:
Murat Ercan, The Redundants ve Karatahta gruplarının bir parçasıyken, biz Yeditepe Üniversitesi gençliği, bahar festivallerinde güzel müzik dinlemenin mutluluğuna erişirdik. Kendisini vokal yaparken pek hatırlayamıyorum o zamanlar, o sebepten olacak ki, albüme adını veren Uzun Hikaye şarkısını ilk dinlediğimde şaşkınlığım ve takdirim bir kat daha arttı. Buna albümün güzel fotoğrafları da eklenince, değmeyin keyfime...
Unutmamak lazım; Türk müziğinde de çok güzel şeyler oluyor. Bu albümün de bunu kanıtlayacağına eminim.
Murat Ercan kimdir diyenler için:
"18 Mart 1974 İstanbul doğumlu Murat ERCAN 1989'da okul orkestrasında bas gitar çalarak başladığı müzik yaşantısına Virüs (1990), Blue Blues Band (1992), İstanbul Blues Kumpanyası (1994), The End (1995) ve arkadaşlarıyla kurduğu pek çok grupta bas gitar çalarak ve vokal yaparak devam etti. 1998‘de İ. Ü. İngiliz Dili & Edebiyatı'ndan mezun olup aile mesleği öğretmenliği seçti. 12 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı. Öğretmenliğinin ilk yıllarında Blue Blues Band’le çalmaya devam etti. Murat yeni kariyeri olan öğretmenlikte yol alırken daha önce sahne paylaştığı arkadaşları Duman (Batuhan Mutlugil), Kurban (Umut Gökçen, Burak Gürpınar, Kerem Tüzün), Mor ve Ötesi (Burak Güven), Yavuz Çetin, Aylin Aslım projelerinde yer aldılar.
2002 yılında, çalıştığı üniversitenin hazırlık okulundaki İngilizce öğretmenleriyle birlikte Karatahta grubunu kurdu. Grup okul festivallerinde ve amatör yarışmalarda çaldı.
Murat ERCAN son beş yıldır kendi besteleriyle daha ciddi bir şekilde ilgilenmeye başladı. Öğretmenlikten ayrılarak, taslaklarını kendi ev stüdyosunda kaydettiği şarkılarını, Aylin Aslım’ın ilk albümünde de birlikte çalışmış olan Erce Kaşlıoğlu ve Ümit Kuzer’in direktörlüğünde, müzisyen arkadaşlarının büyük yardım ve emeğiyle stüdyoya taşıdı. Kayıtlar, miksaj ve mastering; İTÜ MİAM, Noiseist, Virüs Production ve Babajim İstanbul Studios & Mastering stüdyolarında yapıldı. Murat ERCAN prova ve kayıtlar sırasında elektro gitar, akustik gitar ve bas gitar çaldı, şarkılarının tüm solo ve geri vokallerini yaptı. Bütün şarkıların söz ve besteleri Murat ERCAN’a aittir." (*murat ercan'ın facebook sayfasından alıntıdır).
http://muratercan.net/
Bu da albüme adını veren şarkı:
8 Şubat 2012 Çarşamba
Gündem değil, kitaptır mevzubahis
Bugünlerde RTE ile girdiği tartışma ile kendisinin adını sıkça duyuyoruz. Fakat eminim ki Paul Auster, gündem haline getirilen bu tartışmadan önce de -benim gibi- birçok sadık okuyucu tarafından takip edilmekteydi. Biraz önce okuduğum bir habere göre tartışma, son kitabının satışını arttırmış, bir ayda ikinci baskıya girmiş bile..
Bu tartışmanın benim için ifade ettiği şeyler bir yana, belki de en güzel tarafı,Paul Auster'ın Amerika'dan önce Türkiye'de baskısı yapılan yeni kitabından haberdar olabilme fırsatını vermesidir. Bunun için teşekkürler RTE...
Ben kitabı hala okumaktayım. Yorumlarıma bir nokta koyabilmiş değilim dolayısıyla. Ancak, özellikle Paul Auster'ı yakından takip edenlere tavsiyem bu kitabı hemen okumalarıdır. Her zamanki akıcı diliyle Paul Auster bu sefer, doğduğu zamandan bugüne kadar yaşadığı evlerin, bulunduğu şehirlerin ve ülkelerin, seviştiği ve sevdiği kadınların, yani hayatına dokunan kişilerin ve mekanların öyküsünü, tüm içtenliğiyle anlatıyor. Ne güzel bir tesadüftür ki, yazarın kitap üzerinde çalışırken yaşadığı mevsimsel koşulları bizler de şu günlerde yaşıyoruz. Karlı kış günlerinde okumak daha bir anlam kazandırıyor sanki "Kış Günlüğü"ne...
Hazır "Kış Günlüğü"nden bahsetmişken, Paul Auster'ın sinema, Smoke ve Brooklyn'den bahsettiği, yakın tarihlerde çekilmiş bir röportajını da paylaşmak isterim.
Ben kitabı hala okumaktayım. Yorumlarıma bir nokta koyabilmiş değilim dolayısıyla. Ancak, özellikle Paul Auster'ı yakından takip edenlere tavsiyem bu kitabı hemen okumalarıdır. Her zamanki akıcı diliyle Paul Auster bu sefer, doğduğu zamandan bugüne kadar yaşadığı evlerin, bulunduğu şehirlerin ve ülkelerin, seviştiği ve sevdiği kadınların, yani hayatına dokunan kişilerin ve mekanların öyküsünü, tüm içtenliğiyle anlatıyor. Ne güzel bir tesadüftür ki, yazarın kitap üzerinde çalışırken yaşadığı mevsimsel koşulları bizler de şu günlerde yaşıyoruz. Karlı kış günlerinde okumak daha bir anlam kazandırıyor sanki "Kış Günlüğü"ne...
Hazır "Kış Günlüğü"nden bahsetmişken, Paul Auster'ın sinema, Smoke ve Brooklyn'den bahsettiği, yakın tarihlerde çekilmiş bir röportajını da paylaşmak isterim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)